0312 911 06 93

Danışma ve Randevu Talepleriniz İçin

 

ULUSLARARASI ÇOCUK KAÇIRMANIN HUKUKİ YÖNLERİNE DAİR LAHEY SÖZLEŞMESİ ve TÜRK HUKUKU UYARINCA ÇOCUĞUN MUTAT İKAMETGAHININ BULUNDUĞU ÜLKEYE İADESİ PROSEDÜRÜ

Av. İbrahim Şimşek - Ankara Boşanma ve Ceza Avukatı > Genel  > ULUSLARARASI ÇOCUK KAÇIRMANIN HUKUKİ YÖNLERİNE DAİR LAHEY SÖZLEŞMESİ ve TÜRK HUKUKU UYARINCA ÇOCUĞUN MUTAT İKAMETGAHININ BULUNDUĞU ÜLKEYE İADESİ PROSEDÜRÜ

ULUSLARARASI ÇOCUK KAÇIRMANIN HUKUKİ YÖNLERİNE DAİR LAHEY SÖZLEŞMESİ ve TÜRK HUKUKU UYARINCA ÇOCUĞUN MUTAT İKAMETGAHININ BULUNDUĞU ÜLKEYE İADESİ PROSEDÜRÜ

ULUSLARARASI ÇOCUK KAÇIRMANIN HUKUKİ YÖNLERİNE DAİR     LAHEY SÖZLEŞMESİ ve TÜRK HUKUKU UYARINCA ÇOCUĞUN MUTAT İKAMETGAHININ BULUNDUĞU ÜLKEYE İADESİ PROSEDÜRÜ

 

Ülkemizin de taraf olduğu Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Yönlerine Dair 25 Ekim 1980 tarihli Lahey Sözleşmesi, velayet hakkının ihlal edilerek ebeveynler tarafından uluslararası anlamda çocuğun kaçırıldığı vakalarda, taraf devletlerden birisinin, çocuğun mutat ikametgahına (taraf devletlerden birisi olmalı) iadesi amacıyla imza altına alınan, 16 yaşından küçük çocukların iadesinin amaçlandığı bir uluslararası sözleşmedir.

Sözleşme ülkemiz açısından 01/08/2000 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olup, sözleşme gereği tarafların sözleşmenin amacına ulaşılması ve kendi iç hukuklarında uygulanabilirliğinin sağlanması adına birtakım pozitif düzenlemelere yer vermeleri gerektiğinden 5717 sayılı Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Yön Ve Kapsamına Dair Kanun 04/12/2007 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanunun yürürlüğe girmesinden üç ay sonra Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’nün 65-1 sayılı genelgesi yürürlüğe girmiş, daha sonra 16/11/2011 tarihinde 65-2 nolu genelge yürürlüğe girmiş ve 1 nolu mezkur genelgeyi yürürlükten kaldırmış olup özetle ülkemiz açısından sözleşmenin uygulanabilirliğini sağlamak adına gerekli adımlar atılarak kendi iç hukukumuzda ilgili hukuki düzenlemelere yer verilmiş durumdadır.

Yukarıda belirtildiği gibi sözleşmenin amacı 16 yaşından küçük olup da ebeveynlerden biri tarafından velayet hakkının kötüye kullanılarak çocuğun mutat ikametinden kaçırılması durumunda “çocuğun üstün yararı” gereği mutat ikametgahının bulunduğu taraf devlete iadesinin sağlanmasıdır. Sözleşmenin 3. Maddesi uyarınca bir çocuğun yerinin değiştirilmesinin veya alıkonulmasının haksız olarak addedilebilmesi için;

  • Çocuğun yerinin değiştirilmesi veya alıkonulması, bu fiillerin gerçekleşmesinden hemen önce mutat meskenin bulunduğu taraf devletin hukuku uyarınca, bir kişiye veya kuruma tek başına veya birlikte kullanılmak üzere tevdi edilmiş bulunan velayet hakkının ihlal edilmesi suretiyle meydana gelmiş olması,
  • İhlal edilmiş bulunan velayet hakkının yer değiştirme veya alıkoyma vak’asının gerçekleştiği sırada fiilen kullanılmakta veya bu vak’a gerçekleşmemiş olsaydı kullanılacak olması gerekmektedir.

 

Öncelikle 5717 sayılı kanun kapsamındaki bazı tanımları belirttikten sonra çocuğun iadesi prosedürünün nasıl işlediğini ifade etmek gerekmektedir. 5717 sayılı Kanun’un 3. Maddesine göre;

Merkezî Makam: Adalet Bakanlığını, (Daha doğrusu bu işi yürütecek birim olan Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’nü)

Başvuru sahibi: çocuğun yeri değiştirilmeden veya alıkonulmadan önce bakım, gözetim ve koruma veya şahsî ilişki kurma hakkını fiilen kullanan gerçek kişi ile kurum ve kuruluşları,

Çocuk: On altı yaşını tamamlamamış kişileri ifade etmektedir.

 

Türkiye, Sözleşme’nin 6. maddesi ve 5717 sayılı Kanun’un 4. maddesi uyarınca, Sözleşme’de öngörülen yükümlülük­leri yerine getirmek üzere, Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünü merkezi makam olarak belirlemiştir ve merkezi makam da çocuğun iadesine yönelik işlemleri mahallî Cumhuriyet Başsavcılıkları aracılığıyla yerine getirmektedir.

Bir çocuğun velayet hakkı/görevi ihlal edilerek yerinin değiştirildiği veya alıkonulduğu hususunda başvuru yapacak olan kişi, kurum veya örgüt, çocuğun iadesinin sağlanması için, çocuğun mutat ikametgahının bulunduğu devletin merkezi makamına ya da sözleşmeye taraf devletlerden birisinin merkezi makamına başvuruda bulunması gereklidir. Belirtildiği üzere bizde merkezi makam olarak Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü belirlenmiş olup başka bir taraf devlette merkezi makam olarak başkaca bir bakanlık ya da kuruluş merkezi makam olarak tayin edilmiş olabilir.

Sözleşme kapsamında yapılacak olan iade başvurusunda, çocuğun ismi, doğum tarihi ve çocuğu götürdüğü veya alıkoyduğu düşünülen kişinin kimlik bilgileri, çocuğun bulunabileceği muhtemel yer bilgisi yer almalıdır. Ayrıca başvuru sahibi çocuğun iadesine yönelik başvurusunu dayandırdığı esasları, bir başka deyişle çocuğun iadesine yönelik gerekçelerini açıkça belirtmek zorundadır. Başvuruda gerekçe belirtmek, Sözleşmenin 27. Maddesi açısından önemlidir. Çünkü Sözleşme’nin 27. Maddesi “Sözleşmenin gerekli gördüğü şartların yerine getirilmediğinin veya talebin haklı olmadığının açıklıkla götürülmesi halinde, merkezî makam böyle bir talebi kabul etmek zorunda değildir. Bu durumda, ret sebeplerini talep edene veya icabında talebi kendisine iletmiş olan merkezî makama bildirir.” şeklinde olup görüleceği üzere burada kendisinden çocuğun iadesi istenen ülkenin (çocuğun bulunduğu ülke) merkezi makamının istisnai de olsa bu durumda başvuruyu doğrudan reddetme yetkisi bulunmaktadır. Gerekçe belirtilmeyen veya zayıf bir gerekçe ihtiva eden başvurular, “talebin açıkça haklı olmadığının görülmesi” sebebiyle doğrudan reddedilme riskiyle karşı karşıya kalacaktır.

 

İlgili kişi, kurum veya örgüt iade talebini içeren başvuruyu taraf devlete ilettikten sonra o ülkenin merkezi makamı bu talebin Sözleşme kapsamında kaldığının anlaşılması sonrasında bu talebi diğer taraf ülke olan ve çocuğun bulunduğu düşünülen ülkenin merkezi makamına iletmektedir. Kendisine iade talebi iletilen merkezi makam çocuğun kendi ülkesinde bulunmadığının ve çocuğun bir başka taraf devlette bulunmasının anlaşılması üzerine iade talebini çocuğun bulunduğu düşünülen 3. Devlete iletecektir. Eğer bu devletin Sözleşme’ye taraf olmayan bir devlet olduğu anlaşılırsa doğal olarak merkezi makam iade talebini reddedecektir.

 

İadenin süre yönünden şartlarına değinmek gerekirse; Sözlemenin 12. Maddesinin ilk iki fıkrası:

 

Bir çocuğun, 3. maddede belirtildiği şekilde, kanuna aykırı olarak yeri değiştirilmiş veya çocuk alıkonulmuş ve çocuğun bulunduğu Taraf Devletin adlî veya idarî makamına müracaat anında, yer değiştirme veya alıkonulmadan itibaren bir yıldan az zaman geçmişse, müracaatta bulunulan makam, çocuğun derhal geri dönmesini emreder.

 

Yukarıdaki fıkrada öngörülen bir yıllık sürenin sona ermesinden sonra bile müracaatta bulunulursa, adlî veya idarî makamın, keza çocuğun geri dönmesini emretmesi gerekir, yeter ki, çocuğun yeni çevresine intibak ettiği tespit edilmesin.”

 

Şeklinde olup ilk fıkrada yer değiştirme veya alıkonulmadan itibaren 1 yıl içinde talepte bulunulması gerektiği ifade edilmişse de ikinci fıkradan da anlaşılacağı üzere bu süre hak düşürücü nitelikte mutlak bir süre değildir, bu sürenin geçmesinden sonra da başvuruda bulunulması ve çocuğun iade edilmesi mümkündür. Fakat 1 yıllık süreden sonra başvuruda bulunulması halinde her ne kadar talep esas yönünden haklı olsa da çocuğun bulunduğu ülkeye intibak ettiğinin (alıştığının, uyum sağladığının) anlaşılması halinde iade talebinin reddine karar verilebilecektir. Burada önemle vurgulamak gerekirse Sözleşme’nin 18. Maddesi uyarınca çocuğun kaçırıldığı ülkeye intibak ettiğinin anlaşılmasına rağmen yetkili makamların çocuğun iadesine karar verme noktasında takdir yetkisi bulunduğundan yine de çocuğun iadesine karar verilebilir. Sözleşme’nin 18. Maddesinde o bölüm hükümlerinin yani “çocuğun geri dönmesi” başlıklı 3. Bölüm olan 8 ila 20. Madde arasındaki belirtilen şartların, çocuğun her an için geri dönmesini emretme hakkını sınırlamayacağı ifade edilmiştir.

 

Türk Hukuku açısından prosedürün nasıl işlediğine geçmeden önce belirtmek gerekir ki Sözleşme gereği aslolan çocuğun iadesinin zorunluluğudur. Taraf devletlerin yukarıda belirtmiş olduğumuz Sözleşmenin 27. Maddesi uyarınca doğrudan ret yetkisinin yanı sıra istisnai olarak Sözleşme’nin 13. Ve 20. Maddesine göre de ret yetkisi bulunmaktadır.

 

  1. madde: “Yukarıdaki madde hükümlerine rağmen, talepte bulunulan Devletin adlî veya idarî makamı, geri dönmeye itiraz eden kişi, kurum veya örgüt:

 

  1. a) Çocuğun şahsının bakımını üstlenmiş bulunan kişi, kurum veya örgütün, yer değiştirme veya alıkoyma döneminde koruma hakkını etkili şekilde yerine getirmediğini veya yer değiştirmeye veya alıkoymaya muvafakat etmiş olduğunu veya daha sonra kabul etmiş olduğunu veya,

 

  1. b) Geri dönmesinin çocuğu fiziki veya psikolojik bir tehlikeye maruz bırakacağı veya başka bir şekilde, müsamaha edilemeyecek bir duruma düşüreceği yolunda ciddi bir risk olduğunu tesbit ederse, çocuğun geri dönmesini emretmek zorunda değildir.”

 

Görüleceği üzere sözleşmenin 13. Maddesi uyarınca talepte bulunan kişi, kurum veya örgütün, çocuğun alıkonulması döneminde, koruma hakkını etkili şekilde yerine getirmediğinin veya kaçırılmaya önceden veya sonradan muvafakat etmiş olduğunun ya da çocuğun geri dönmesinin çocuğu fiziki ya da psikolojik ya da müsamaha edilemeyecek bir tehditle karşı karşıya bırakacağının tespiti halinde kendisinden talepte bulunulan merkezi makam çocuğun iadesi talebini reddedebilir.

 

 

  1. madde: “Çocuğun, 12. madde hükümleri uyarınca geri dönmesi, talepte bulunulan Devletin insan haklarının korunması ve temel hürriyetlerine ilişkin ilkeleri izin vermiyor ise, reddedilebilir.”

 

Sözleşmede taraf devletler açısından aslolan yükümlülüğün; çocuğun mutat meskeninin bulunduğu ülkeye iade edilmesi olduğunu, 27. Maddede düzenlenen doğrudan reddetme yetkisini kullanabilmenin talebin açıkça dayanaktan yoksun olduğu haller için söz konusu olduğunu, 13. Madde ve 20. Madde uyarınca ret yetkisinin bir istisna olduğunu (bknz: madde 18) ancak ve ancak somut ve ciddi tehlikelerin tespiti halinde bu maddelere dayanılarak çocuğun iadesi talebinin reddedilmesinin mümkün olduğunu önemle belirtmemiz gerekir.

 

Türkiye merkezi makamına diğer taraf devletlerden gelen talep üzerine, 5717 sayılı Kanun ve 65-2 sayılı genelge uyarınca Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü mahalli savcılık aracılığıyla öncelikle çocuğun yerini tespit edecek daha sonra olayın sulh yoluyla çözümlenmesi için girişimde bulunacaktır. Özellikle çocuğu kaçıran ebeveynin kendi rızasıyla çocuğu teslim etmesine yönelik girişimde bulunulacak tabi ki bu süreçte çocuğun menfaatlerinin korunması adına kolluk dahil diğer yetkili makamlar (Çocuk Esirgeme Kurumu vs.)  aracılığıyla gerekli tedbirler alınacaktır.

 

Sulh girişimlerinin sonuç vermemesi durumunda savcılık bir davaname düzenleyerek aile mahkemesinden çocuğun iadesi hakkında bir karar vermesini talep edecektir. Bu davada taraflar (ebeveynler)  davacı ve davalı olarak yer alacaktır. Bu davanın açılmasından önce savcılık, çocuk kendisinde bulunan ebeveynin ifadesini alıp bu ifade tutanağını Bakanlığa göndererek Bakanlıktan düşünce yazısı almak durumundadır.

 

5717 sayılı Kanun’un 12 ilâ 15. maddelerinde  çocuğun iadesine dair bir karar verilmiş ise bu hükümde ayrıca velâyete ilişkin karar verilmeyeceğinin ancak, çocuğun iadesi talebinin reddine karar verilmesi halinde, velâyet hak­kına dair bir karar verilebileceğinin, çocuğun iadesi başvurusunun yapılmasından sonra verilmiş bir velâyet kararının, bu Kanun hü­kümleri çerçevesinde çocuğun iadesi talebinin reddine gerekçe oluş­turmayacağının, bu karara rağmen çocuğun iadesine karar verilebileceğinin, görülmekte olan bir iade davası sırasında velâyet da­vası da açılmış ise velâyete ilişkin davanın bekletileceği ve iade davası ile velâyet davası birleştirilmiş ise birleştirilen davaların tefrik edilerek öncelikle iade davasının sonuçlandırılacağının açıkça düzenlendiği görülmektedir. Ayrıca Kanun’un uygulanmasından doğan dava ve işlerde ivedilikle hareket edilmesi adına bu dava ve işlerin basit yargılama usulüne tabi olduğu ve adli tatilde görülen işlerden olduğu düzenlemelerine yer verilmiştir.

 

Gerek Sözleşme’nin 19, gerekse Kanun’un 12,13 ve 14. Maddeleri uyarınca iadeye ilişkin kararın velayete dair bir hüküm içermeyeceği, velayete ilişkin düzenleme yapma yetkisinin çocuğun iade edileceği taraf devletin yetkisinde olduğu belirtilmiştir.

 

Aile mahkemesinin çocuğun iadesine karar vermesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde çocuğun iadesi kararının nasıl icra edileceğini anlatmak gerekirse; burada İcra İflas Kanunu m.25’de düzenlenen çocuğun teslimi usulünden farklı olarak çocuk yanında olan ebeveynin çocuğu tekrardan kaçırmasının önüne geçmek adına kendisine icra emri tebliğ edilmeksizin çocuğun teslimi yoluna gidilecektir.

 

Bu süreçteki yargılama masraflarına değinecek olursak Kanunun uygulanmasından doğan dava ve işlerin harca tâbi olmadığı, yargılama masraflarının kovuş­turma ödeneğinden karşılanacağı fakat ileride davayı kaybeden tarafa yükletileceği, başvuruda bulunan adına bir avukat veya müşavirin katılımından doğan masraflar ile çocuğun iadesi sebebiyle doğan mas­rafların kovuşturma ödeneğinden karşılanmayacağı belirtilmiştir. Avukat masraflarının ve çocuğun iadesi sebebiyle doğan masrafların kovuşturma ödeneğinden karşılanmayacağı ifade edilmişse de Sözleşmenin 25, Kanun’un da 28. Maddesi uyarınca başvuruda bulunan kişinin adli yardım hükümlerinden faydalanabileceği düzenlenmiştir.

 

Sonuç itibariyle Sözleşme ve Türkiye’nin Sözleşme uyarınca kendi iç mevzuatında yaptığı düzenlemeler uyarınca, çocuğun iadesi için etkili ve hızlı çözüm yollarının öngörüldüğünü, iadeye yönelik kararın velayete yönelik karardan önce geldiğini, özellikle bu düzenlemenin çocuğun üstün yararı bakımından önemli olduğunu ve bu Sözleşmeye birçok ülkenin taraf olması sayesinde uluslararası anlamda çocuk kaçırma vakalarına yönelik gerekli hassasiyetin gösterilerek uygulanabilir tedbirlere yer verildiğini belirtmemiz gerekir.

 

No Comments

Leave a Comment